Kişilik ve Kaygı: İlişkisi, Etkileşimi.
Psikoloji biliminde kişilik ve kaygı, sıkça incelenen konular arasında yer almaktadır. Kaygı/Anksiyete konusu ise ruh sağlığı alanında başlı başına bir başlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Kaygının varlığı ve bir tepki olarak kaygının ortaya çıkışı incelendiğinde insan varoluşunun temelinde yer aldığını görmekteyiz. Derinlemesine incelendiğinde kaygı; ilk insanların kaotik ve güvensiz vahşi doğada hayatta kalmasını sağlayan temel duygumuz olmuştur. Daha ilginci ise, geçen binlerce yıllık süreçte insanın fiziksel görünüşü, genetik özellikleri, pek çok davranışsal özelliği değişmişken kaygı duygusu neredeyse olduğu gibi kalmış, kaygı kaynaklı davranışsal tepkiler ise değişikliğe uğramadan günümüze değin değişmeden kalmıştır. Kaygı bizi tetikte tutar, Geçmişte de tutmuş, gelecekte de tutmaya devam edecektir. Kaygı olgusunun varlığının tek amacı vardır; içinde yaşadığı organizmayı daima normal yaşam akışında, güvende tutmak. Bu açıdan bakıldığında kaygı, yeterli düzeyde olduğu sürece bizim için faydalıdır. Bizi dışsal tehlikelerden koruyan alarm görevi görür. Kontrol edemediğimiz zaman ise kaygıdan kurtulmak, onu yok etmek isteriz. Kaygı, yok edilemez. Yok edilmemelidir de. Yok edilmek yerine optimum/ideal sınırda tutmak birey için her zaman daha sağlıklı sonuçlar verecektir. Kişilik ise bireyin kalıtsal ve çevresel ve kültürel faktörlerin etkisiyle şekillenen, davranışlarını, düşünce süreçlerini ve duygusal tepkilerini kapsayan özelliğini ifade ederken, kaygı ise gelecek kaynaklı endişe, gerilim ve belirsizlik duygularını içeren bir durumdur. Bu makalede, kişilik ve kaygı arasındaki ilişkiyi ve etkileşimini inceleyeceğiz.
Kişilik ve Kaygı Arasındaki İlişki:
Kişilik Özellikleri ve Kaygı: Psikoloji alanındaki güncel araştırmalar, belirli kişilik özelliklerinin kaygı düzeyini etkileyebileceğini göstermektedir. Örneğin, yüksek düzeyde nörotiklik (duygusal dengesizlik), kişinin daha kaygılı olma eğiliminde olduğunu gösterebilir. Ayrıca, mükemmeliyetçilik, düşük özgüven, düşük özsaygı, düşük farkındalık gibi kişilik özellikleri de kaygı düzeyini artırabilir.
Kaygının Kişilik Gelişimine Etkisi: Kronik veya aşırı kaygı, kişilik gelişimini etkileyebilir. Sürekli olarak yüksek kaygı düzeyine sahip olmak, bireyin kendine olan güvenini ve özsaygısını zedeler. Ayrıca, kaygı düzeyi yüksek olan bireyler, risk almaktan kaçınabilir ve yeni deneyimlere ki bu deneyimlere psikolojik rahatsızlıkların iyileşmesi de dahildir, karşı dirençli olabilirler. bu da kişilik gelişimini sınırlayabilir.
Kişilik ve Kaygı İlişkisinde Genetik ve Çevresel Etki: Kişilik özellikleri ve kaygı arasındaki ilişkide genetik ve çevresel faktörlerin etkisi bulunmaktadır. Genetik faktörler, kişilik ve kaygı arasındaki ilişkiyi şekillendiren temel faktörlerden biridir. Ancak, çevresel faktörlerin de kişilik ve kaygı üzerinde önemli etkileri vardır. Travmatik yaşantılar, stresli yaşam olayları, aile ortamı gibi çevresel etmenler, kişilik özelliklerinin ve kaygı düzeyinin oluşumunda rol oynayabilir.
Kişilik ve Kaygıyla Başa Çıkma:
Farkındalık ve Öz-Bilinç: Kişilik ve kaygı:
Kişilik ve kaygı arasındaki etkileşimi yönetmek için farkındalık ve öz-bilinç geliştirmek önemlidir. Kişinin kendi düşünce ve duygularının farkında olması, kaygı düzeyini anlaması ve yönetmesine yardımcı olabilir.
Stratejik Düşünme ve Pozitif Bakış Açısı: Olumsuz düşünceleri ve endişeleri yönetmek için stratejik düşünme becerilerini kullanmak önemlidir. Pozitif bakış açısı geliştirmek, kaygıyı azaltmaya yardımcı olabilir ve kişilik gelişimini destekleyebilir.
Destek ve Terapi: Kaygı düzeyi yüksek olan bireyler, destek almak ve gerektiğinde profesyonel yardım aramak önemlidir. Terapi, danışmanlık veya farmakolojik tedavi gibi yöntemler, kişinin kaygıyla başa çıkmasına ve kişilik gelişimine katkıda bulunabilir.
Görüldüğü üzere kişilik ve kaygı arasında karmaşık bir ilişki bulunmaktadır. Kişilik özellikleri, kaygı düzeyini etkileyebilir ve kaygı da kişilik gelişimini etkileyebilir. Genetik ve çevresel faktörler, bu ilişkide önemli rol oynar. Kişilik ve kaygıyla başa çıkmak için farkındalık, stratejik düşünme, sosyal destek ve terapi gibi yöntemler kullanılabilir. Kişilik ve kaygı her bireyde farklılık gösterebilir ve herkes kendi özgün süreçlerini yaşar. Peki kişilik özelliklerimizin kaygı oluşumuna etkisi nedir?
Kişilik Özellikleri ve Kaygı:
Erken çocukluk döneminde kişiliğimizin temelleri atılırken bir şeyin daha temelleri atılır. Kaygı. Çocukluk çağımızda oluşan ilk kaygılarımız aile evinde başlar. İlk kaygımız genellikle başarılı olmak, anne babamızı başarımızla mutlu etmek, onların takdir ve kabulünü kazanmak olarak başlar. İlerleyen yaşlarımızda bu kaygı; sınav kaygısı, gelecek kaygısı, evlilik ve ayrılık kaygısı gibi farklı kaygı türlerine evrilerek devam eder. Çocuklukta kişiliğin oluşmaya başladığı zaman eş zamanlı olarak evrilmeye ve gelişmeye devam eden kaygı, ileriki yaşlarda hayatımızın farklı ve kritik anlarında eğer normalin üzerinde bir şekilde ortaya çıkıyorsa artık kişiliğimizin bir parçası olmuş gibidir. Aynı anda farklı etkilere maruz kalan bilincimiz üstüne bir de kaygı eklenince denge halini kaybeder. Bu sebeple artık mantıklı düşünemez, doğru davranamaz, akıllıca kararlar veremeyiz. Bu durum incelendiğinde karşımıza şu etkenler çıkmaktadır.
a) Nörotiklik (Duygusal Dengesizlik): Yüksek nörotiklik, kişinin duygusal dalgalanmalarının ve stres tepkilerinin yoğun olduğu anlamına gelir. Bu da kişinin kaygılı olma eğilimini artırabilir.
b) Mükemmeliyetçilik: Mükemmeliyetçilik, aşırı yüksek standartlar ve kusursuzluk arayışıyla karakterize olan düşünüş ve davranış eğilimidir. Bu durum, sürekli bir endişe ve kaygı hissiyle ilişkilendirilebilir.
c) Düşük Özgüven ve Düşük Özsaygı: Kendine güvensizlik ve düşük özsaygı, kişinin sürekli bir endişe ve kaygı hali yaşamasına neden olabilir.
d) Düşük Farkındalık: Yükselen kaygı düzeyi ile eş zamanlı olarak farkındalığın düşüşü, yaşadığımız zorlukların üstesinden gelme konusundaki stratejilerimizi engeller.
Kaygının Kişilik Gelişimine Etkisi:
Kronik veya aşırı kaygı, kişinin özgüvenini ve özsaygısını olumsuz yönde etkileyebilir. Kişi, kendine olan güvenini kaybedebilir ve sürekli bir endişeyle kendi yeteneklerine şüpheyle yaklaşabilir. Bu durum oluştuğunda birey artık hayat başarısı ve tatmini için gerekli olan risk alma ve yeni deneyimlere açıklık konusunda düşük motivastona sahiptir. Yüksek kaygı düzeyine sahip bireyler, risk almaktan kaçınma eğilimindedirler. Bu da kişinin yeni deneyimlere karşı dirençli olmasına ve kişilik gelişiminin sınırlanmasına yol açabilir.
Genetik ve Çevresel Etkilerin Rolü:
Pek çok konuda görmezden gelinen bir etki olsa da; kaygı aslında atalarımızın mirası olarak farkında olmadan genlerimizde taşımaya devam ediyoruz. Gelecekte de taşımaya, miras bırakmaya devam edeceğiz. Genetik faktörler, kişilik özellikleri ve kaygı arasındaki ilişkide genetik faktörler önemli bir rol oynar. Genler, bireyin kişilik yapısını ve kaygı düzeyini etkileyebilir. Genetik faktörlerin tamamlayıcısı olarak karşımıza çıkan çevresel faktörler ise kişilik özelliklerinin ve kaygı düzeyinin oluşumunda etkilidir. Çünkü sosyal kabul, onaylanma, takdir görme motivasyonumuzun altında bu faktör yatmaktadır. Travmatik yaşantılar, stresli yaşam olayları, aile ve arkadaş ortamı gibi çevresel etmenler kişilik yapısını ve kaygı düzeyini şekillendirebilir.
Kişilik ve Kaygıyla Başa Çıkma:
Farkındalık ve Öz-Bilinç kişinin kendi düşünce ve duygularının farkında olması, kaygı düzeyini anlamasına ve yönetmemize yardımcı olabilir. Farkındalık ve öz-bilinç geliştirmek, kişinin kaygıyla başa çıkma becerilerini artırabilir. Kaygıyı kabul edilebilir sınırlarda tutmamızı sağlayabilir. Bununla birlikte stratejik düşünme ve pozitif bakış açısı kazanmak tamamlayıcı etki sağlayabilmektedir. Unutulmamalıdır ki kaygı; herkeste aynıdır. Herkes kaygıya az ya da çok sahiptir. Fakat kaygının bireyde oluşturduğu etkiler, bireyin kaygıyı yorumlaması ve anlam vermesi herkeste eşsizdir. Bu perspektiften bakınca bireyin olumsuz düşünceleri ve endişeleri yönetmek için kendine özgü stratejik düşünme becerilerini kullanması önemlidir. Pozitif bakış açısı geliştirmek, kaygıyı azaltmaya yardımcı olabilir ve kişilik gelişimini destekleyebilir. Birey tüm bunların sonucu kaygısını kontrol altında tutmakta zorlanabilir. Başarısız olabilir. Bu durum son derece normal bir sonuçtur. Bu durumda kaygı düzeyi yüksek olan bireylerin, destek alması ve gerektiğinde profesyonel yardım araması önemlidir. Terapi, danışmanlık veya farmakolojik tedavi gibi yöntemler, kişinin kaygıyla başa çıkmasına ve kişilik gelişimine katkıda bulunabilir.
Bu detaylar, kişilik ve kaygı arasındaki ilişkiyi daha kapsamlı bir şekilde açıklamamıza yardımcı olacaktır. Ancak, her bireyin kişilik yapısı ve kaygı düzeyi farklı olabilir, bu nedenle kişisel deneyimler ve farklı faktörler de etkili olabilir.
Kaygının insan davranışı ve düşüncesine etkileri oldukça geniş kapsamlıdır. Yazının devamında kaygının insan davranışına ve düşünmesine olan etkilerini inceleyeceğiz.
Düşünce Süreçleri:
Nasıl düşündüğümüz, nasıl davranacağımızın belirleyicisidir. Davranış ve tepki çoğu durumda tepkiden önce meydana gelir. Panik durumunda ise tepkilerimiz düşünce duvarını aşarak direkt olarak davranışa dönüşür. Olumsuz düşüncelerimiz mantıklı düşünme sürecini çoğunlukla engeller. Kaygı, pek çok durumda olumsuz düşüncelerin artmasına neden olur. Bireyler, gelecekle ilgili endişeler, kötü senaryolar veya başarısızlık korkusu gibi düşüncelerle meşgul olabilirler. Bu meşguliyetin bir sonucu olarak önlem alma ve kontrol arayışı ortaya çıkar. Kaygı düzeyi yüksek olan bireyler, gelecekteki olumsuz olayları önlemek veya kontrol etmek için aşırı çaba harcayabilirler. Çoğu durumda kaygının yönetmenliğinde olası tüm senaryoları zihnimizde oynatır, her sonucu ön görmeye önlem almaya çalışırız. Adeta matematiksel işlemin sağlamasını yapar gibi, korkularımızın, kaygılarımızın zihnimizde sağlamasını yaparız. Bunu çoğunlukla gelecekle ilgili güvende hissetmek ve önlem almak için yaparız. Bu, durum sürekli bir tetikte olma ve hiper dikkat durumu yaratabilir. Bunun sonucu olarak davranışsal tepkilerimiz şekillenir. Olumsuz senaryolarda çoğunlukla kaçınma davranışları gösteririz. Kaygı düzeyi yüksek olan bireyler, kaygılandıkları durumlardan kaçınmak için çeşitli davranışlar sergileyebilirler. Örneğin, sosyal fobiye sahip bir birey, kalabalık ortamlardan veya sosyal etkinliklerden kaçınabilir. Kaçınmanın mümkün olmadığı durumlarda ise;
aşırı kontrol ve güvence arayışına gireriz. Kaygı düzeyimiz yüksek olduğunda çevremizdeki durumları ve ilişkileri aşırı bir şekilde kontrol etmek ve güvence aramak eğiliminde olabiliriz. Bu, zaman zaman takıntılı veya kontrolcü davranışlar göstermemize yol açabilir.
Kaygının düşüncelerimize etkilerinin yanında fiziksel etkileri de mevcuttur. Yoğun kaygı durumları, fiziksel belirtilerle birlikte gelebilir. Bunlar arasında kalp çarpıntısı, terleme, titreme, nefes darlığı ya da sık soluk alıp verme, felaket hissi, mide rahatsızlığı gibi belirtiler yer alabilir.
Tüm bunların toplamı birey işlevselliğine etki olarak yorumlandığında kaygı düzeyi yüksek olan bireyler, sosyal etkileşimlerde zorluklar yaşayabilirler. Özgüven eksikliği, sürekli değerlendirilme korkusu ve eleştirilme endişesi, sosyal ilişkilerde ve iş yaşamında sınırlayıcı etkilere neden olabilir. Bu etkiler, kaygının davranış ve düşünce üzerindeki genel etkilerini göstermemiz açısından önemlidir. Ancak, yazının başında belirtildiği üzere kaygı herkes için aynıdır. Her birey farklıdır ve kaygı belirtileri ve etkileri kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Kişiye özgü durumları değerlendirmek için profesyonel bir yardım almak önemlidir.
Kaygının insan davranışı ve düşüncesine etkileri bunlarla sınırlı kalmamakla birlikte şu durumlarda da belirgin etkiye sahip olabilir.
Düşünce Süreçleri:
Gelecek kaygısıyla yaşayan bireyler gelecekle ilgili endişeler taşıyabilirler. Olası kötü senaryoları düşünme eğiliminde olabilirler ve gelecekteki belirsizliklerle baş etmekte zorlanabilirler. Bunula birlikte ortaya çıkan kötümseme ve olumsuz düşünceler, kişinin olayları ve durumları olumsuz bir perspektiften değerlendirmesine neden olabilir. Bireyler, kendileri ve başkaları hakkında negatif düşüncelere kapılabilirler.
Davranışsal Tepkiler: Kaygılı birey mevcut olumsuz durumdan kurtulmak, kaygılarını azaltmak, kendini bedensel ve ruhsal olarak güvende hissetmek için kaçınma davranışları sergiler. Bu kaçınma davranışları, yaşamı kısıtlayabilir ve sosyal, mesleki veya kişisel açıdan engeller yaratabilir. Bu davranışları güvenlik davranışları takip eder. Kaygı düzeyi yüksek olan bireyler, kaygılarını hafifletmek veya riskleri azaltmak için çeşitli güvenlik davranışları sergileyebilirler. Bu davranışlar, kaygıyı geçici olarak rahatlatabilir, ancak uzun vadede kaygıyı sürdürebilir.
Kaygılardan korunmak için bireyler takıntılı davranışlar da gösterebilirler. Örneğin Obsesif-kompulsif bozukluğu olan bireyler, kaygılarını hafifletmek için tekrarlayan ve takıntılı davranışlara yönelebilirler. Örneğin; sürekli el yıkama, düzenleme veya kontrol etme gibi takıntılar geliştirebilirler.
Bu süreçler bireyin işlevselliği üzerinde belirgin olumsuz etkilere de sahiptir. Yüksek kaygı düzeyine sahip bireylerde, iş veya akademik performansta düşüş görülebilir. Yoğun kaygı, odaklanma güçlüğü, hafıza sorunları ve yaratıcılık engelleri yaratabilir. Bununla birlikte sosyal ilişkilerde önemli etkiye sahiptir. Kaygı, sosyal etkileşimlerde zorluklara yol açabilir. Sosyal fobiye sahip bireyler, gruplarla etkileşimde bulunmaktan veya toplum önünde konuşma yapmaktan kaçınabilirler. Bu da sosyal ilişkileri etkileyebilir ve izolasyona yol açabilir.
Kaygının insan davranışı ve düşüncesine etkileri karmaşık ve kişisel faktörlere bağlı olarak değişebilir. Her bireyin kaygı deneyimi farklı olabilir. Detaylı bir değerlendirme ve profesyonel yardım, bireysel durumu daha iyi anlamak ve uygun stratejiler geliştirmek açısından önemlidir.
Elbette kaygının etkileri bunlarla sınırlı kalmamak üzere; insan davranışına, düşüncesine ve kişiliğine etkilerine dair bazı ek bilgiler de mevcuttur.
Fizyolojik Etkiler:
Sempatomimetik Tepkiler: Bu tepkiler tehlike anında sempatik sinir sistemini aktive eden tepkilerdir.
Kaygı, vücutta “savaş veya kaç” tepkisi olarak da bilinen sempatomimetik tepkilere neden olabilir. Kalp atış hızının artması, solunum hızının artması, terleme, titreme gibi belirtiler gözlenebilir. Bununla birlikte tehlikeden kaçmak için kas gerilimine ihtiyaç olduğundan yoğun kaygı durumlarında kaslar gerginleşebilir. Bu kas gerilimi, baş ağrısı, boyun ve sırt ağrıları gibi fiziksel şikayetlere yol açabilir.
Zihinsel ve Duygusal Etkiler:
Odaklanma Zorluğu: Yoğun kaygı hali, zihinsel odaklanmayı etkileyebilir. Bireyler, dikkatlerini dağıtan kaygı dolu düşüncelerle mücadele edebilir ve iş veya görevlerine odaklanmakta zorluk çekebilirler. Yoğun kaygı, hafıza performansını da etkileyebilir. Bireyler, kaygı dolu anlarda bilgileri hatırlamakta zorluk çekebilir veya hafıza kaybı yaşayabilirler. Bunun bir sonucu olarak irrasyonel düşünceler meydana gelir. Mantıksız veya irrasyonel düşüncelerin ortaya çıkmasının bir sonucu olarak bireyler, gerçekçi olmayan korkulara veya abartılı endişelere kapılabilirler.
İlişkiler ve Sosyal Etkileşimler:
Yoğun kaygı, iletişim becerilerini olumsuz yönde etkileyebilir. Bireyler, kaygılandıkları durumlar veya sosyal etkileşimlerde konuşma zorluğu, heyecan veya utanma yaşayabilirler. Bunun bir sonucu olarak ilişki sorunları ortaya çıkabilir. Örneğin, güvensizlik, sürekli şüphe duyma veya başkalarından aşırı bağımlılık gibi ilişki dinamiklerinde sorunlar yaşanabilir.
Ek bilgiler, kaygının insan davranışı ve düşüncesine olan etkilerini daha ayrıntılı bir şekilde açıklayabilmek için yazılmıştır. Ancak unutmayın ki her birey farklıdır ve kaygının etkileri kişiden kişiye değişebilir. Bireysel durumu daha iyi anlamak ve çözümlere yönelik uygun stratejiler geliştirmek, yeni ve etkin yöntemler denemek için uzman yardımı önemlidir.
Sonuç olarak;
Kaygı, gündelik hayatı önemli ölçüde etkileyebilen bir bozukluktur. Kaygının temelleri çocukluktan da önce bebeklik dönemine dayanır. İnsan yavrusu yeni doğduğunda ilk kaygısı beslenebilmek ve annenin varlığıdır. Annenin varlığı nesne sürekliliği olarak insan yavrusunun güvende hissetmesini sağlarken, kişiliğin gelişimine de doğrudan etkiye sahip olabilir. Örneğin annesinden uzun aralıklarla ayrı kalan insan yavrusu ilerleyen yaşlarında de nesne sürekliliği arayabilir. Bu arayışa bağlı olarak bağımlı bir kişiliğe sahip olabilir. Bununla birlikte bireylerin partner ilişkilerinde ayrılık kaygısı yaşamalarının, terk edilme korkusu, yalnızlık korkusu yaşamalarının nedeni bunlar olabilir. Ancak, uygun terapi yöntemleri, bireyin farkındalık kazanması, öz güveninin ve öz saygısının uygun terapi yöntemi ile güçlendirilerek bireye farklı düşünme becerileri kazandırılması ve yeterli sosyal destek, başa çıkma stratejileri kullanılarak bu etkiler azaltılabilir. Yaşam tarzı değişiklikleri gibi yöntemler, Kaygı etkileriyle mücadele etmede yardımcı olabilir. Unutmayın, kaygı bozuklukları iyileştirilebilir bir olgudur. Bireyler yaşamlarını tam ve verimli bir şekilde sürdürebilirler.
Kaynakça:
• Amerikan Psikiyatri Birliği. Psikiyatride Hastalıkların Tanımlanması ve Sınıflandırılması Elkitabı, Yeniden Gözden Geçirilmiş 4. Baskı (DSM-IV-TR), (E.Köroğlu, Çev.) Ankara, Hekimler Yayın Birliği. 2001.
• Küey L, Özmen E, Demet MM, Aydemir Ö, Gülseren Ş, Kültür S. Depresif bozukluklar ve anksiyete bozukluklarının karşılaştırmalı fenomenolojisi. Türk Psikiyatri Derg 1996; 7:169-175.
• Küey L, Aydemir Ö, Gülseren Ş, Kültür S. Majör depresyon, anksiyete bozukluğu ve eştanılı durumlarda ayrışan ve örtüşen özellikler-1. Türk Psikiyatri Derg 1997; 7:257- 265.
• Clark LA, Watson D, Mineka S. Temperament, personality, and the mood and anxiety disorders. J Abnorm Psychol 1994; 103:103–116.