1 – Kaygıların Temeli İnsan Varoluşuna Dayanır.
Psikoloji biliminde kişilik ve kaygı, sıkça incelenen konular arasında yer almaktadır. Kaygı konusu ise ruh sağlığı alanında başlı başına bir başlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Kaygının varlığı ve bir tepki olarak kaygının ortaya çıkışı incelendiğinde insan varoluşunun temelinde yer aldığını görmekteyiz. Derinlemesine incelendiğinde kaygı; ilk insanların kaotik ve güvensiz vahşi doğada hayatta kalmasını sağlayan temel duygumuz olmuştur. Daha ilginci ise, geçen binlerce yıllık süreçte insanın fiziksel görünüşü, genetik özellikleri, pek çok davranışsal özelliği değişmişken kaygı duygusu neredeyse olduğu gibi kalmış, kaygı kaynaklı davranışsal tepkiler ise değişikliğe uğramadan günümüze değin değişmeden kalmıştır.
2 – KAYGI VE KİŞİLİK BİRBİRİ İLE İLİŞKİLİDİR.
Psikoloji alanındaki güncel araştırmalar, belirli kişilik özelliklerinin kaygı düzeyini etkileyebileceğini göstermektedir. Örneğin, yüksek düzeyde duygusal dengesizlik kişinin daha kaygılı olma eğiliminde olduğunu gösterebilir. Ayrıca, mükemmeliyetçilik, düşük öz güven, düşük öz saygı, düşük farkındalık gibi kişilik özellikleri de kaygı düzeyini artırmaktadır. Kronik veya aşırı kaygı, kişilik gelişimini etkilemektedir. Sürekli olarak yüksek kaygı düzeyine sahip olmak, bireyin kendine olan güvenini ve öz saygısını zedeler. Ayrıca, kaygı düzeyi yüksek olan bireyler, risk almaktan kaçınarak ve yeni deneyimlere ki bu deneyimlere psikolojik sorunlara çözüm aramak da dahildir, karşı direnç gösterirler. Bu durum kişilik gelişimini sınırlamaktadır.. Elbette çevresel faktörlerin de kişilik ve kaygı üzerinde önemli etkileri vardır. Travmatik yaşantılar, stresli yaşam olayları, aile ortamı gibi çevresel etmenler, kişilik özelliklerinin ve kaygı düzeyinin oluşumunda rol oynar.
3- DÜŞÜNCE BİÇİMİ KAYGININ ŞEKLİNİ BELİRLER.
Nasıl düşündüğümüz, nasıl davranacağımızın belirleyicisidir. Davranış çoğu durumda tepkiden önce meydana gelir. Panik durumunda ise tepkilerimiz düşünce duvarını aşarak direkt olarak davranışa dönüşür. Olumsuz düşüncelerimiz mantıklı düşünme sürecini çoğunlukla engeller. Kaygı, pek çok durumda olumsuz düşüncelerin artmasına neden olur. Bireyler, gelecekle ilgili endişeler, kötü senaryolar veya başarısızlık korkusu gibi düşüncelerle meşgul olurlar. Bu meşguliyetin bir sonucu olarak önlem alma ve kontrol arayışı ortaya çıkar. Kaygı düzeyi yüksek olan bireyler, gelecekteki olumsuz olayları önlemek veya kontrol etmek için aşırı çaba harcarlar. Kaygının yönetmenliğinde olası tüm senaryoları zihnimizde oynatır, her sonucu ön görmeye önlem almaya çalışırız. Bu, durum sürekli bir tetikte olma ve hiper dikkat durumu yaratır.
4 – TEPKİNİN ŞİDDETİ KAYGININ DÜZEYİNİ BELİRLER.
Olumsuz senaryolarla karşılaştığımızda çoğunlukla kaçınma davranışları gösteririz. Kaygı düzeyi yükseldikçe bireyler kaygılandıkları durumlardan kaçınmak için çeşitli davranışlar sergiler. Örneğin, sosyal fobiye sahip bir birey kalabalık ortamlardan veya sosyal etkinliklerden kaçınırlar. Kaçınmanın mümkün olmadığı durumlarda ise; aşırı kontrol ve güvence arayışına gireriz. Kaygı düzeyimiz yüksek olduğunda çevremizdeki durumları ve ilişkileri aşırı bir şekilde kontrol etmek ve güvence aramak eğiliminde oluruz. Bu, zaman zaman takıntılı veya kontrolcü davranışlar göstermemize yol açar.
5- KAYGININ FİZİKSEL BELİRTİLERİNİ FARK EDİN.
Kaygının düşüncelerimize etkilerinin yanında fiziksel etkileri de mevcuttur. Yoğun kaygı durumları fiziksel belirtilerle birlikte kendini gösterir. Bunlar arasında kalp çarpıntısı, terleme, ani sıcak basması, titreme, nefes darlığı ya da sık soluk alıp verme, felaket hissi, mide rahatsızlığı, kusma isteği gibi belirtiler yer almaktadır. Kaygının yüksek düzeydeki varlığı birey işlevselliğine etki olarak yorumlandığında bireyler sosyal etkileşimlerde zorluklar yaşanmasına yol açar. Öz güven eksikliği, sürekli değerlendirilme korkusu ve eleştirilme endişesi, sosyal ilişkilerde ve iş yaşamında sınırlayıcı etkilere neden olur. Bu etkiler kaygının davranış ve düşünce üzerindeki genel etkilerini göstermemiz açısından önemlidir. Kaygı herkes için aynıdır. Ancak, her birey farklıdır ve kaygı belirtileri ve etkileri kişiden kişiye farklılık gösterir.
6- BELİRSİZLİKLER KAYGI DÜZEYİNİ DOĞRUDAN ETKİLER.
Gelecek kaygısıyla yaşayan bireyler gelecekle fazla meşguldür. Olası kötü senaryoları düşünme eğiliminde olurlar. Bununla birlikte ortaya çıkan kötümseme ve olumsuz düşünceler, kişinin olayları ve durumları olumsuz bir perspektiften değerlendirmesine neden olur. Bireyler, kendileri ve başkaları hakkında negatif düşüncelerin akışına kapılır. Kaygılı birey mevcut olumsuz durumdan kurtulmak, kaygılarını azaltmak, kendini bedensel ve ruhsal olarak güvende hissetmek için kaçınma davranışları sergiler. Bu kaçınma davranışları, yaşamı kısıtlayarak sosyal, mesleki veya kişisel açıdan engeller yaratır. Bu davranışları güvenlik davranışları takip eder. Kaygı düzeyi yüksek olan bireyler, kaygılarını hafifletmek veya riskleri azaltmak için çeşitli güvenlik davranışları sergiler. Zihin çoğunlukla güvende hissetmekle meşguldür. Bu davranışlar, kaygıyı geçici olarak rahatlatsa da, uzun vadede kaygılı düşünce içeriği devam eder.
7- KAYGILI OLMAK TAKINTILI DAVRANIŞLARA NEDEN OLUR.
Kaygıyı azaltma düşüncesiyle bireyler takıntılı davranışlar da göster. Örneğin Takıntılı – Sanrılı (Obsesif-Kompulsif) bozukluğu olan bireyler, kaygılarını hafifletmek için tekrarlayan ve takıntılı davranışlara yönelirler. Bir bakıma bu davranışlar, rahatsız edici düşünce içeriğinin bastırılmasına hizmet ederler. Örneğin; sürekli el yıkama, düzenleme veya kontrol etme gibi takıntılı davranışlar altta yatan bir başka travmaya işaret eder. Bu süreçler bireyin işlevselliği üzerinde belirgin olumsuz etkilere de sahiptir. Yüksek kaygı düzeyine sahip bireylerde, iş veya akademik performansta düşüş görülür. Yoğun kaygı, odaklanma güçlüğü, hafıza sorunları ve yaratıcılık engelleri yaratır. Bununla birlikte sosyal ilişkilerde önemli etkiye sahiptir. Kaygı, sosyal etkileşimlerde zorluklarla da kendini gösterir. Sosyal kabul görememekten duyulan kaygı sosyal fobiyi destekleyerek, gruplarla etkileşimde bulunmaktan veya toplum önünde konuşma yapmaktan kaçınmaya sebep olur. Bu da sosyal ilişkileri olumsuz etkiler. Bireyin sosyal izolasyonuna neden olur.
Kaygının insan davranışı ve düşüncesine etkileri karmaşık ve kişisel faktörlere bağlı olarak değişir. Her bireyin kaygı deneyimi farklıdır. Detaylı bir değerlendirme ve profesyonel yardım, bireysel durumu daha iyi anlamak ve uygun stratejiler geliştirmek açısından önemlidir.
8 – KAYGI TAMAMEN YOK EDİLEMEZ, ANCAK ;
Yeteri kadar kaygı bizi olumlu anlamda hazır tutar. Geçmişte de tutmuş, gelecekte de tutmaya devam edecektir. Kaygı olgusunun varlığının tek amacı vardır; içinde yaşadığı organizmayı daima normal yaşam akışında güvende tutmak. Bu açıdan bakıldığında kaygı, yeterli düzeyde olduğu sürece bizim için faydalıdır. Bizi dışsal tehlikelerden koruyan alarm görevi görür. Davranışlarımızı düzenler. Normalin çok üzerinde olduğu zaman kaygıdan kurtulmak, onu yok etmek isteriz. Kaygı, yok edilemez. Yok edilmemelidir de. Yok edilmek yerine ideal sınırda tutmak birey için her zaman daha sağlıklı sonuçlar verir.
9 – KAYGIYLA BAŞA ÇIKMAK MÜMKÜNDÜR.
9.1 – Kaygının farkında olun.
Kişilik ve kaygı arasındaki etkileşimi yönetmek için farkındalık ve öz-bilinç geliştirmek önemlidir. Bireyin kendi düşünce ve duygularının farkında olması, kaygı düzeyini anlaması ve yönetmesine yardımcı olur.
9.2 – Kaygılarla mücadele etme konusunda kararlı olun.
Olumsuz düşünceleri ve endişeleri yönetmek için olumlu düşünme becerileri geliştirmek ve kullanmak önemlidir. Olumlu bakış açısı geliştirmek, kaygıyı azaltmaya yardımcı olur ve kişilik gelişimini destekler.
Sonuç olarak;
Kaygı düzeyiniz günlük hayatta da yüksek ise destek almak ve gerektiğinde profesyonel yardım almak önemlidir. Psikoterapi, danışmanlık gibi yöntemler, bireyin kaygıyla başa çıkmasına yardımcı olur. Elbette her birey farklıdır. Bu nedenle kaygının ortaya çıkış nedenleri, yaşanma biçimi, birey üzerindeki etkileri kişiden kişiye değişir. Kaygı, gündelik hayatı önemli ölçüde etkileyebilen bir bozukluktur. Kaygının temelleri çocukluktan da önce bebeklik dönemine dayanır. İnsan yavrusu yeni doğduğunda ilk kaygısı beslenebilmek ve annenin varlığıdır. Annenin varlığı nesne sürekliliği olarak insan yavrusunun güvende hissetmesini sağlarken, kişiliğin gelişimine de doğrudan etkiye sahiptir. Örneğin annesinden uzun aralıklarla ayrı kalan insan yavrusu ilerleyen yaşlarında de nesne sürekliliği arar. Bu arayışa ve nesnenin sürekliliğine bağlı olarak bağımlı bir kişiliğe sahip olur. Bununla birlikte bireylerin partner ilişkilerinde ayrılık kaygısı yaşamalarının, terk edilme korkusu, yalnızlık korkusu yaşamalarının temel nedeni bu kaygılardır. Ancak, uygun terapi yöntemleriyle bireyin farkındalık kazanması, öz güveninin ve öz saygısının uygun terapi yöntemi ile güçlendirilerek bireye farklı düşünme becerileri kazandırılması sayesinde başa çıkma stratejileri kullanılarak bu etkiler azaltılır. Unutmayın, kaygı bozuklukları iyileştirilebilir bir olgudur. Bireyler yaşamlarını tam ve verimli bir şekilde sürdürebilirler.
Bir yanıt yazın